30 Eylül 2013 Pazartesi

Doğa Ve İnsan Meselesi

Selam toprağım,

Bana göre çağımızın en önemli meselelerinden biridir doğa ve insan ilişkisi. Öyle ki bu ilişki neredeyse kopmak üzere. 

Üzülerek tanık oluyorum insanların doğadan gittikçe uzaklaştığına ve yabancılaştığına.

Üzülerek tanık oluyorum insanların beton yığınlarına ve elektronik aletlere olan bağımlılığının arttığına. 

Dikkat edin bağımlılık diyorum, hani ilişkilerde derler ya bağlı olacaksın ama bağımlı değil, teknoloji ile insan arasındaki ilişkide de geçerli bence bu.

Öncelikle şunu belirteyim, teknoloji ile iç içe bir mesleğim var bu nedenle ona karşı olduğum söylenemez. Elbetteki hayatımızın değişik alanlarında onu etkin bir şekilde kullanmalıyız ve geliştirmeye çalışmalıyız ama bu demek değildir ki hayatımızın bütün parçası haline gelsin. Artık uyanınca yüzümüzü yıkamadan önce maillerimizi  kontrol eder olduk, her anımızı sosyal paylaşım siteleri üzerinde paylaşır olduk, paylaştıklarımızın nasıl tepkiler aldığını sürekli kontrol etme isteği duyduk, kendimize sanal bir dünya kurduk ve orada yaşamak için vaktimizin çoğunu harcar olduk, bizim teknolojiyi ve teknolojik aletleri kontrol etmemiz yerine onların bizi kontrol etmesine izin verdik. 

Gündüz işe gidiyoruz, fişi prize takıyoruz ve akşama kadar bir ekrana bakarak çalışıyoruz. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar için bu durum yetmezmiş gibi trafikte evimize gitmek için saatler harcıyoruz. Eve vardığımızda ise yemeğimizi yedikten sonra ya televizyon başına yada bilgisayar başına geçiyoruz. 

Pazartesi işe başladığımızda haftasonu için planlar kurmaya başlıyoruz...

Peki bu dediklerimin doğa ile ne alakası var ? Şöyle alakası var, bu içinde bulunduğumuz sistem bizi doğadan uzaklaştırmaya yönelik ve binlerce yıldır doğa ile iç içe yaşayan insanoğlu olarak doğadan uzaklaştıkça, farketmesek bile onun ihtiyacını duyuyoruz, eksikliğini hissediyoruz. Fakat öylesine kaptırıyoruz ki kendimizi betonlaşmaya, ihtiyacımız olan doğayı kendi ellerimizle tüketmekten de geri kalmıyoruz. 

Bu değişen sistemle birlikte eğlence anlayışımızda değişti. Alışveriş merkezlerinde ihtiyacımız olmasa bile saatlerimizi harcayabiliyoruz, bir yeri gezmeyi düşündüğümüzde oradaki alışveriş merkezleri aklımıza geliyor yada daha da kötüsü büyük alışveriş merkezlerinin bulunduğu yerleri gezmeyi tercih ediyoruz.Bu durum eğlence merkezleri içinde geçerli. Zaten artık çoğu alışveriş merkezinde bu tür bölümler var.Sonuçta müşteri ne kadar çok vaktini orada geçirirse o kadar para harcar.Böylece bizde  kurallarının önceden belli olduğu ve izin verildiği ölçüde eğlenmeye hakkımız olan bir sistemi benimseyip gittikçe alışıyoruz. 

Doğadan kopan insan özünden, köklerinden kopmuş demektir. Özünden uzaklaşan insanın öz değerlerinden de uzaklaşması kaçınılmazdır. Ben bunu  kurban pazarına fotoğraf çekmeye gittiğimde bir kez daha anladım. Anadolunun dört bir yanından gelen yurdum insanının sıcak tavrı, keyifli sohbeti size metropol insanıyla farkını hissettiriyor. Fotoğraf çeksem mi diye ne zaman yüzlerine baksam doğayla, toprakla iç içe olmanın verdiği hoşgörü  ve içtenliği  görüyorum, fakat şehirde bunu yaptığımda kavga edecekmişiz gibi bir his doğuyor içimde kaldı ki kavga etme eşiğine geldiklerim de oldu.

Ben burda şehirde yaşayanlar kötü, anadoluda köylerde yaşayanlar iyidir gibi bir şeyi kasdetmiyorum elbette, amacım doğadan kopmanın insanlar üzerinde etkisini vurgulamak.

Doğanın insan üzerine etkisini ele almış bilimsel makaleleri araştırdım, içlerinden bir tanesi bu konu üzerindeki diğer makalelerin özetini çıkaran nitelikte olmuş. Yazının çok fazla uzamaması için sadece bu makaleden yararlanacağım. (Doğal Peyzajın İnsanın Psikolojik ve Fiziksel Sağlığı Üzerine Etkileri,Halil Özgüner,2004)

İnsanların doğa ile doğrudan iç içe olmaları (aktif kontak)  yada manzara seyretme , pencereden ağaçlara bakma (pasif kontak) gibi doğayla etkileşimlerin insan psikolojisi üzerinde olumlu etkileri olduğu, hatta bu tür alanların yakında mevcut olduğu ve istenildiği zaman kullanılabileceğinin bilinmesi bile insan psikoloji üzerine yarar sağladığı ispatlanmış. Bu bilgi hastanelerdeki bahçelerin hastalar üzerindeki etkisi araştırılırken ortaya çıkarılmış.(Kaynak)

İnsanların gelirleri yükseldikçe bahçeli evler almaları, çiçekler bitkiler dikmeleri ,doğa eksenli etkinlik ve hobilerle uğraşmaları da aslında insanın doğaya olan ihtiyacının bir diğer göstergesidir.(Kaynak)

Yani imkanlarımızı artırmak için para kazanıyoruz, daha sonra da paralarımızı eski imkanlarımıza sahip olmak için harcıyoruz.

Bilim insanlarının şehirlerdeki parkların önemini vurgulayan araştırmalar yapıp, şehir planlamacıların bunları göz önüne alıp yaptıkları işlerden bihaber bizler, şuan İstanbul da her gördüğümüz boşluğa dikiyoruz binayı. Bizim evin karşısında ilk geldiğimizde açık yeşillik bir alan vardı, çocuklar orada uçurtmalarını uçurur, maçlarını yapardı. Parka çevrilmiş olmamasına rağmen insanlar bir şekilde o yeşillik alandan istifade edebiliyorlardı. Şimdi ne mi oldu, oraya kocaman bir alışveriş merkezi diktiler, şuan balkondan baktığımda yeşillik alan değil beton yığınından başka bir şey göremiyorum.

Ulrich adlı bilim adamı doğanın insan üzerindeki etkilerini bilimselleştirmek için bir çok araştırma yapmış .Araştırmalarından birinde  doğal manzaraları seyreden bireylerin fizyolojik ve psiko-fizyolojik tepkilerini (kalp atış hızı, kan basıncı, adale gerilimi, beyin dalgaları) ölçmüş, doğal manzaraları seyretmenin denekler üzerindeki gerilimi  düşürdüğünü ve stresli durumdan iyileşmeyi hızlandırdığını kanıtlamış, stres ölçen değerler arasında da doğanın iyileştirici etkileri olduğu  konusunda tam bir tutarlılık olduğunu göstermiştir.

Biraz da bu alan üzerinde yapılan deneylerden örnek vereyim,

Yapılan bir deneyde, doğa gezisine giden, kent içinde tatil yapan ve tatil yapmayan üç grup oluşturulmuş.Ardından bu gruptan bir okuma parçasında yapılan hataları düzeltmeleri istenmiş ve en iyi puanı doğa gezisine giden grup elde etmiş. (Hartig vd. ,1991) Bir başka deneyde, yurtta kalan üniversite öğrencilerinde  pencereleri doğal alanlara bakan öğrencilerin, diğer öğrencilere göre direkt dikkat konusunda çok daha başarılı oldukları gözlemlenmiş.(Tennessen ve Cimprich, 1995).

Son olarak şu örneği vereyim, ormanda kamp yapmanında kısa ve uzun vadede psikolojik yararları tespit edilmiş, kamptan dönen insanların yeşil çevreye ve oradayken hissettiklerine karşı içlerinde bir istek kaldığı ortaya konulmuş. (Kaplan ve Talbot, 1983).

Serdar Kılıç'ı bilir misiniz ? İşte tam bir doğa aşığı insan. Doğadaki İnsan , Doğada Tek Başına, İçimdeki Doğa  gibi programları ve bir çok doğada hayatta kalma videoları vardır. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Bir videosunda şöyle dedi Serdar Kılıç ; " İnsan bir kere doğayı severse, doğa o insanı hep yanına çağırır."

Doğadaki Çocuk adlı bir programı daha vardır Serdar Kılıç'ın. Doğanın çocukların gelişimi üzerine etkilerini gösterir. Apayrı bir konudur zaten çocuğun doğayla iç içe yaşayarak büyümesi .  Bu konuda illa ki bilimsel bir araştırma vermeme gerek yok sanırım. Bir ekran başında saatlerini geçiren çocuğa göre doğada saatlerini geçiren çocuğun bir olmasını bekleyemeyiz.

Serdar Kılıç'ın çok güzel bir konuşmasını paylaşmak istiyorum sizinle . Yazmak istediklerimin devamı bu videoda, izlemenizi şiddetle öneriyorum.

"Doğada soyu tükenen tür doğadaki çocuktur, doğaya çocuk dikin ! "



Doğadan uzaklaşmanın bizler üzerindeki etkileri o kadar çok ki devam etsem bu yazı bitmez herhalde. Burada bitirmek istiyorum fakat son bir sözüm var ;

Bizler betonların içinde elektronik aletlere bağımlı yaşamak için yaratılmadık. 

Özüneze iyi bakın.


21 Eylül 2013 Cumartesi

Gerçek Sevgi Meselesi

Selam gerçek sevgiyi sorgulayanlar,

Baştan söyleyeyim, "gerçek sevgi mi varmış" yada "ben zaten biliyorum yeaa" diyorsan, bu yazı sana göre değil dostum.

Bu yazıda ben bu işin sırrını falan verecek değilim, gerçek sevgiyi belli kalıba sokamam, tanımlayabilirim ama sorgulamaktan da vazgeçmem.

Yukarıyı okuyupta çıkmayan arkadaşlarla devam edelim .

Üniversiteye başladığım ilk sene kayıt olduğum devlet yurdunun tozlu masasının üstünde bir kitap bulmuştum, merak edip okuduktan sonra o kitap benim defalarca okuduğum ve benimsediğim bir kitap haline geldi.  Şimdi yazacaklarım o kitabın da sorgulamamda etkili olduğu konu üzerine olacak.

Şöyle bir giriş yapalım,

İnsanın sevgi anlayışı günümüzde hayatını yönlendirecek kararlar almasına sebep olmakta. Çünkü eski dönemlere göre  "sosyal" olma oranı artan  insanoğlunun aynı oranda ilişkileri yada ilişki kurma potansiyeli de artıyor.

İşte bu noktada , insanın sevgi üzerine yüklediği anlamlar verdiği kararları şekillendiriyor ve o kişinin büyük ölçüde hayatı şekilleniyor. Öyle ki bu kararları yüzünden çektiği acılar yada duyduğu mutluluklar hayatının diğer alanlarını da etkiliyor, derslerine çalışamayabiliyor, işine yoğunlaşamayabiliyor, radikal kararlar almaktan çekinebiliyor, hevesini yitirebiliyor yada tam tersine duygusal açıdan tatmin bir insan, diğer alanlarda da yüksek motivasyonla ilerleyebiliyor.

Kitaptan devam edelim,

"Günümüzde insanların çoğunluğu sevme sorununu, sevmekten daha çok sevilme sorunu olarak algılıyor. Bu nedenle böyle düşünen insanlar için önemli olan nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevilmeye değer olabilecekleri oluyor.

Sevilmeye değer olabilmek içinde insanlar türlü türlü yollara başvuruyorlar. Erkekler toplumsal olanakları el verdiği boyutta güçlü, başarılı ve zengin, kadınlar ise daha çekici olmaya çalışıyor. Hem erkek hemde kadınların başvurduğu yollardan diğerleri ise iyi davranışlar edinmek, ilgi çekici bir biçimde konuşabilmek, yardımsever, alçakgönüllü olmak ve kimseyi kırmamak oluyor.

Yani insanların sevilmeye değer olmak için yaptıkları "dost edinmek" için yaptıklarıyla bir nevi aynı oluyor.Gerçekten de bizim kültür çevremizdeki bir çok insanın sevimlilikten anladığı, herkes tarafından beğenilmek ile cinsel çekicilik arasında bir şey oluyor.

Sevebilmek konusunda bir diğer sorunda sevginin bir yetenek sorunu değil, bir nesne sorunu zannedilmesidir.Bir çok insan sevmenin kolay olduğunu,buna karşın sevebileceği yada kendisini sevecek bir eş bulmanın zor olduğunu düşünür.

Bu sorunun çağdaş toplumumuzun gelişimi ile ilintili bir nedeni vardır.

Kültürümüz tümüyle satın alma tutkusu, iki tarafın çıkarına uygun olabilecek alışveriş düşüncesi üzerine kurulmuştur. Vitrinlere bakmak peşin parayla ya da taksitle alabileceği her şeyi satın alabilmek, gününüz insanı bu heyecanı duyarak mutlu olabilmektedir.

Erkek veya kadın çevresindeki insanlara benzer açıdan bakar. Erkek çekici bir kızın, kadın ise çekici bir erkeğin peşinden koşar. Burada "çekicilik" ten anlaşılan özellikle hoşa giden ve insan pazarında gözde olan özellikler yumağıdır.

19. yy sonuyla yüzyılımızın başında çekici olabilmek için bir erkeğin hırslı ve saldırgan olması gerekiyorken günümüzde bu yerini "sosyal" ve hoşgörülü olmaya bırakıyor.

Aynı zamanda günümüzde aşık olma duygusu genelde, sadece tarafların birbirine verebilecekleri şeylere bağlı olarak gelişiyor. İyi bir alışveriş yapılmak istenir; alınacak nesne toplumsal değer açısından üstün olmalı, aynı zamanda beni,benim görünen ve görünmeyen tüm olumlu özelliklerim ve olanaklarım nedeniyle istiyor olmalıdır. Böylece iki insan kendi alım güçlerine göre piyasadaki en uygun nesneyi bulduklarına inandıkları an, aşık olurlar birbirine.

Sevgi konusunda ki bir diğer yanılgı da başlangıçta yaşanan "aşık olma" durumunun sürekli,aralıksız "sevme" ile karıştırılmasıdır.

Elbette bu tür sevgi salt yapısı gereği sürekli olamaz. Giderek iki insan birbirini daha yakından tanır, tanıdıkça yakınlaşmaları gizemini yitirir, ta ki kavgaları,düş kırıklıkları, karşılıklı duydukları can sıkıntısı başlangıçtaki çoşkularını yok edene dek.

Başlangıçta bütün bunları bilmezler ve o çoşkulu sevgi, birbirine "deli" olma halini, sevgilerinin yoğunluğunun kanıtı olarak düşünürler; oysa bu olsa olsa o kişilerin daha önce içinde bulundukları yalnızlık duygusunun yoğunluğunu ortaya koyar. "

Benim burda en çok kafa yorduğum nokta sevginin nesne sorunu olarak ele alınıp (farkında olunmadan) bir pazar oluşturulmuş olması. Yazarın düşüncelerine harfiyen katılıyorum, genelde ilişkiler alışverişe dönmüş durumda günümüzde.

En basit örnek olarak, herhangi bir ortamda mesela bir cafe de uzaktan görüpte tanışmak için yanına gitmek nedir ? Bu durumda cafe yi bir pazar olarak kullanmış olmuyor muyuz ? Kimse "vay karşıdaki ne güzel kızmış gideyim tanışayım ondan iyi arkadaş olur" şeklinde düşündüğünü söylemesin, elbette amaç bir ilişki kurmak, dış görünüşe dayalı.

Birde arkadaşlık siteleri varya , orası da ayrı bir pazar, profil oluşturmalar, artistik yazılar yazmalar, en güzel ve çekici resimleri yüklemeler . Birde kendilerini öyle tanıtıyorlar ki prens o, prenses o.  Kendilerine en ilginç mesajı atanlara cevap veriyorlar, profil yazısında da yazıyor çünkü zordur onlar.

Ben açıkçası artık tiksiniyorum bu ortamlardan, kilosu şu aralıkta boyu şu aralıkta olsun yaşı da şu olsun diyerek aratıp aralarında göze hoş gözükenleri seçmek, alışveriş yapmak değilde nedir ?

Neyse fazla uzatmadan konumuza yani gerçek sevgiye geri dönelim.

Benim anlamlandırdığım sevgide iki ayrı varlığın bir olması, yine de iki ayrı varlık olarak kalabilme karşıtlığı vardır. Yani sevdiğin kişinin kendini yaşamasına izin vermezsen, istediğin şekle sokmaya çalışırsan sevgine zarar verirsin. Sevdiğin insanın gelişmesini isteyeceksin ki sevgin gelişsin, bir olduğunuz varlık gelişsin. Kendinizi yaşayacaksınız ama bir olacaksınız, işte sevginin temel şartı.

Tabi gerçek sevginin başka temel öğeleri de vardır , bunlar ; Özen,sorumluluk duygusu, saygı ve bilgidir.

Şimdi bu öğelerin ne anlama geldiğini tek tek açıklayalım.

Özen

Bir anne çocuğuna özen göstermese , onu beslemeyi, yıkamayı ihmal etse onun sevgisinin içtenliğine inanmayız.   Halbuki çocuğuna özenle baksa, buna tanık olmak bizi çok etkiler.

"Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir."

İşte duyduğumuz sevginin temelden doğru olması için, sevdiğimize özen göstermeliyiz, ilgimizi eksik etmemeliyiz. Fakat bu ilgimiz karşımızdaki insanı boğacak ve kontrol edecek şekilde olmamalı, yukarıdaki cümlede de dediği gibi sevdiğimizin yaşaması ve gelişmesi için olmalıdır.

Sorumluluk

Günümüzde sorumluluk dışarıdan yüklenmiş bir görev olarak algılansada özünde insanın kendi isteğine bağlı olarak gelişen bir duygudur.

Sevdiğimize karşı duyduğumuz sorumluluk , onun ifade ettiği yada etmediği gereksinimlerine yanıt vermektir. Yani birisi için sorumluluk duymak yanıt verme yetisine sahip olmaktır. Mesela annenin çocuğuna duyduğu sorumluluk bebeğinin bedensel gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Yetişkinlerde ise bu ruhsal gereksinimlerine yanıt vermek şeklindedir.

Saygı ve Bilgi

Hani yazmıştım ya yukarıda , duyduğun ilgi karşıdakini boğacak yada kontrol edecek şekilde olmamalıdır diye, işte bunun olmaması için saygı olmalıdır.

"Saygı, bir insanı olduğu gibi görme, onun kendine özgü bireyselliğini algılamaktır."

"Başka birine saygı duymak, o insanı gerçekten tanımadan mümkün değildir. Bilginin önderliği olmaksızın ilgi ve sorumluluk körü körüne olur. İlgi ve özen ile kazanılmamışsa, bilgimde boştur. Bilginin bir çok düzeyi vardır. Sevginin bir parçası olan bilgi, yüzeyde kalmaz öze iner.  Bu bilgiye ancak kendi çıkarlarımı bir ana bırakır, diğer insanı olduğu gibi görebilirsem ulaşabilirim."

Burda bilgiyle kasdedilen karşı tarafı tanımaktır, kişiliğini bilmektir. Örneğin, karşı taraf size kızdığını farkettiniz, fakat onu daha yakından tanıyorsanız korktuğunu, endişe duyduğunu ve kendisini yalnız,suçlu hissettiğini bilebilirsiniz. Böylece size olan kızgınlığının daha derinden bir şeyin dışa vurumu olduğunu anlarsınız, onun korkmuş, kafası karışmış, daha doğrusu acı çeken bir insan olduğunu görebilirsiniz.

Böylece tümevarım yöntemini kullanarak, birisini tanımadan o kişi gerçekten sevemezsiniz. Benim fikrim bu yöndedir.

Özen, sorumluluk, saygı ve bilgi birbirine sıkı bağlı kavramlardır fakat eklemek istediğim son bir şey vardır o da sözünde durmak.

Bir insana söz veriyorsanız, umut aşılıyorsanız  sözünüzden dönmemelisiniz.

Malesef günümüzde özgürlük adı altında çıkarları doğrultusunda sözlerinden vazgeçenleri görmekteyim. Elbetteki bir insanı sevdiğinizde ve oda sizi sevdiğinde ileride kesinlikle ayrılmamalısınız anlamına gelmiyor kasdettiğim, anlaşamıyorsanız ve karşılıklı olarak ayrılmanın daha yararlı olduğunu düşünüyorsanız durum başkadır.

Benim bu mesele hakkında yazacaklarım bitecek gibi durmuyor. Ama değinmek istediğim konulara değindiğimi düşünüyorum o nedenle burada bitiriyorum.

Gerçek sevgiyle yaşamanız dileğiyle, ha bu arada unutuyordum neredeyse, bahsettiğim kitabın ismi "Sevme Sanatı - Erich Fromm"  .


19 Eylül 2013 Perşembe

Kimyasal Silah Meselesi

Bu aralar gündemdeki meselelerden birisi olan kimyasal silah kullanımı hakkında derin bir araştırma yapma ihtiyacı duydum . Ülkelerin ve insanların geleceğini etkileyen olayları daha iyi anlayabilmek için teknik bilgilerin daha yoğunlukta olacağı bu yazının yararlı olacağını düşünüyorum. 

Yazıya devam etmeden önce sunu belirtmek isterim sevgili okuyucularım , henüz yeni açtığım bu blog sayfasında bu ikinci yazım olacak ve kullanacağım üslubun öyle çok bilmiş edasında olmamasına özen gösteriyorum,  daha samimi ve bilgiye dayalı bir yazı üslubumun oturması zaman alabilir , bu süreçte sizlerinde geri bildirimlerinize ihtiyacım olacak, bunuda belirttikten sonra yazıya devam edebiliriz, ciddi bir konuya giriyoruz derin bir nefes alın .

İlk olarak kimyasal silah nedir sorusunu ele alalım. Hepimizin de bildiği gibi bir kitle imha silahıdır ve kimyasal maddeler kullanılarak insanlar üzerinde ölümcül etki eder. Sıvı veya gaz halinde bulunabilir . Peki hangi kimyasal maddeler kullanılarak ne tür işlemlerden geçirilip silah haline getirilir ve insanlar üzerinde nasıl etkileri vardır ? İlk olarak 4 tip kimyasal silah vardır diyebiliriz.  Bunlar ;

1- Boğucu gazlar 

Savaşlarda en çok ölüme sebep olan ve 1. Dünya savaşında da kullanılan gaz türüdür fakat günümüzde kullanılmamaktadır.

Solunduğu vakit akciğer üzerinde yanma etkisi oluşturur ve akciğerlerin oksijeni emmesini engeller. Böylece ölümlere sebep olur. Aynı zamanda kanın ödemine neden olarak akciğerler sıvı ile dolar.

Yaygın olarak kullanılmış 2 tip boğucu gaz vardır diyebiliriz. Bunlar 

Fosgen(Phosgene)(CG)














Fosgen tabiatta bulunmayan kimyasal bir maddedir. 

Oda sıcaklığında renksiz veya beyaz-sarı renktedir. Yeni biçilmiş ot,çürümüş saman veya yeşil mısır kokusundadır. 

Köpük plastik,boya ve  böcek zehirinin yapımında da kullanıldığı görülmüştür.Böcek zehirinde kullanılmasıyla ilgili yaptığım araştırmada 1956 da yayınlanan makaleye rastladım ve emin oldum. Merak edenler için makalenin linki.

Plastik, boya sökücü ve yağ sökücülerin yakılmasından elde edilebilir. 

Şu bilinmelidir ki fosgenle temasımız sonucunda hastalanacağız diye bir durum söz konusu değildir.

Fosgenin göze veya cilde bir etkisi yoktur, yoğun etkisi altında kalındığında 1-3 saat içerisinde ciğerleri yakar ve kabartır. Hafif etkisinde kalındığında öksürük ve göğüs sıkışması gibi belirtiler görülür.

Saldırı olarak kullanım şekli ,havan topuyla ,büyük bombalarla veya  fosgen yüklü tankın kamyon,gemi ,tren vb. ile hedef bölgeye taşınıp infilak edilmesiyle gerçekleşir, fosgen gazı havaya karışarak yayılır.

İlk zehirlenme belirti süresi 4-6 saat gecikebilir.


Difosgen(Diphosgene)(DP)

Fosgenin özelliklerine ek olarak göz yaşartıcı etkiside bulunmaktadır. Fosgen oda sıcaklığında gaz halde bulunurken, difosgen sıvı halde bulunmaktadır.

Difosgen ve fosgenin sağlığı tehdit edici konsantrasyonu 2 ppm dir.


2- Kan Zehirleyiciler

Çok hızlı buharlaşabildiği için genelde sıvı halde bulunmayan bu maddeler oda sıcaklığında genelde gaz halde bulunup solunum yoluyla vücuda girer ve kisinin hücre solunum sistemini bloke eder. Bu bloke etme işlemi şu şekilde olur, kanda oksijen taşıyan maddelerle tepkimeye girerek yeni kararlı bileşikler oluşur bunun sonucunda da kan oksijeni taşıyamaz. Bu tip kimyasal maddeler genelde siyanür içerir.


Hidrojen Siyanür (Hydrogen Cyanide)(AC)

Oda sıcaklığında gaz veya sıvı halde bulunabilir, renksizdir .

Genelde şeftali çekirdeği kokusunda olduğu söylenir, göz ve cilde etkisi hafiftir fakat etkileme hızı çok yüksektir.

Havada ki 300 mg/m3 lük yoğunluğu bir insanı 10-60 dk arasında öldürebilir. Bunun 10 katı büyüklüğündeki bir yoğunluk ise bir insanı 1 dk içerisinde öldürmeye yeterlidir.

Düşük dozdaki hidrojen siyanüre maruz kalındığında ise bacaklarda zayıflık, mide bulantısı, baş ağrısı gibi belirtiler ortaya çıkar, maruz kalma devam ederse süreye bağlı olarak bilinç kaybı ve koma görülür.

Saldırı şekli büyük bombalarla olur, ilk zehirlenme belirtisi bir kaç dk içerisinde görülebilir.

Siyanejen Klorür (CK)

Siyanürün asıl etkisi kan değil kandaki hücrelerdir.  ATP nin üretilememesine ve kandaki Oksijenin alınamamasına sebep olur.

Siyanojen klorürün kokusu hidrojen siyanüre benzer, oda sıcaklığında gaz halindedir ve renksizdir.Göz yaşartıcı ve tahriş etkiside bulunmaktadır.

Hem siyanejen klorür hem de hidrojen siyanür kan gazı olarak bilinir ve etkileri,saldırı şekli, etki süresi birbirine benzer gazlardır.

Arsin

Arsin tehlikeli özelliklerine rağmen kimyasal silah olarak kullanılmamıştır, sebebi ise yanıcı olmayan fosgene göre yüksek derecede yanıcı olması ve etkisinin az olmasıdır.  Yinede arsin tabanlı birleşikler kimyasal silah olarak üretilmiştir.(Clark1,Clark2)

Renksiz bir gazdır, havadan 2-3 kat ağırdır , hafif sarımsak kokusundadır, cilde ve göze etki etmez.

Kanı,ciğerleri ve böbrekleri etkileyen bu gazın 2 saatten 11 saate kadar etkisi devam eder.


3- Yakıcı Gazlar

İsminden de anlaşılacağı üzere, cilde teması halinde  ateş yanığı etkisi yapar, cildde ödem,iltihap oluşmasına sebep olur ve cilt solunumu durur.

Aynı zamanda kabarcık gazı olarak da bilinirler.Öldürücü etkisinin yanı sıra yaralama maksatlı da kullanılır.
Bu gazların bir kısmı kokusuz olup, diğerlerinin hardal, sarımsak, sardunyaya benzer kokuları vardır.

Bir çok çeşiti bulunan yakıcı gazların etkilerine bir örnek ;















Hardal Gazı (HD-H) (Sulfur Mustard)

Modern anlamda kimyasal silah olarak kullanılan ilk gazdır. Labaratuvar ortamında kolayca elde edilebilir ve etkileride oldukça ciddidir.

Saf haldeyken oldukça renksiz olan hardal gazı, çeşitli öldürücü karışımların ardından sarı ve kahverengi hale bürünür.

Kimyasal bağlarının oynak olması sebebi ile vücuda temasında deri yanması, solunmasında kaslarda şiddetli kasılma ile bel kemiğinin kırılması , sinir sisteminin çökmesi , vucudun dış ve iç yüzeylerinin erimesi gözlenir.

12 Saat sürebilen acılı bir ölüme sebebiyet verebilir .

Hardal gazı ilk olarak yaklaşık 1882 yılında geliştirilmiş olup,1. Dünya savaşında Almanlar tarafından kullanılmıştır(1917).

Hardal gazı oldukça fazla kullanılan bir gazdır, tarih boyunca bir çok türevi geliştirilip kullanılmıştır o nedenle hakkında da bir çok bilgi bulunmaktadır.  Daha detaylı bilgi için link

4- Sinir Gazları

Gelelim son zamanlarda gündemimizde olan sinir gazlarına .

Sinir gazlarının hedefi sinir ve solunum sistemidir. Nefes alma, enjeksiyon veya deri solunumu ile vücuda girer.
Girdiğinde ise kasların istemsiz kasılmasına sebep olur , göğüs kafesini açıp kapatan kaslar kasıldığı için solunum yapılamaz ve ölüm gerçekleşir.

Sıvı ,gaz veya buhar halde bulunabilirler,  sıvı haldeyken kahverengidirler, onun dışında renksiz ve tatsızdırlar.

Biyolojik olarak nasıl etki eder ?

Temel hedef,kaslarda ki sinir hücrelerinin hatalı sinyal göndermesini sağlamaktır. Sinir hücrelerinin birbirleri arasındaki boşluklara sinaps denir ve sinapslarda sinyal iletiminde görevli Asetilkolin maddesi bulunmaktadır.

Asetilkolinesteraz enzimi ise bu maddeyi inaktif eder. Kas yada organların gevşemesi için gönderilen sinyali iletmekte olan asetilkolin görevini yerine getiremeyince kasılmalar meydana gelir.

İşte sinir gazlarının ortak hedefi bu enzimi üretme üzerinedir.Daha bilgilendirici olması için sinir gazının etkisiyle ilgili aşağıda bir video ekledim.



Sarin (GB)

Sarin gazı son derece zehirli bir gazdır, bir damlası bile insanı öldürebilir. Vücuttaki sinir sisteminin dengesini bozarak felç meydana getirir.

Renksiz bir sıvı olup buharıda sıvısı gibi renksizdir. Renksiz ve kokusuz olduğu için sezilmeside oldukça güçtür.

1936 yılında Alman bir kimyager tarafından bulunmuştur. 1993 de ise Kimyasal Silahlar Konvensiyonu tarafından üretilmesi ve depolanması yasaklanmıştır.

Hafif maruz kalınmasında ortaya çıkan belirtiler ;

- Gergin Göğüs

Orta derecede maruz kalınmasında ortaya çıkan belirtiler

- Soluk alma güçsüzlüğü
- Nefes nefese kalma
- Düzensiz solunum

Yüksek derecede maruz kalınırsa ;

- Aşırı terleme,adalelerin kasılması, kusma , gözbebeklerinin küçülmesi, hafıza kaybı, çırpınma, koma, nefesin kesilmesi ve ölümün meydana gelmesi

Şuan medyada bulunan ve Suriye de gerçekleşen kimyasal silah saldırısında kullanıldığı öne sürülen sarin gazının etkilerini gösteren videolar bulunmaktadır ve bu videolardaki görüntüler yukarıdaki belirtilerle örtüşmektedir .

Sarin gazı öldürücü dozda alındığında 1-10 dk arasında ölüm gerçekleşir.

Tabun(GA)

Tabun diğer sinir ajanları gibi çok zehirli bir maddedir. İçerisinde Sarin,Soman,Siklosarin gibi diğer ajanları içeren ilk G-Serisi  sinir gazıdır.

1936 senesinde Alman bir araştırmacı böcekler için daha zehirli bir ilaç üretmeye çalışırken aynı zamanda insanlar içinde çok zehirli olabilecek Tabun gazını "yanlışlıkla" bulmuştur.

Oda sıcaklığında sıvı halde bulunur ve kahverengi ile saydam arasında renge sahiptir.

Tabun, Sarin yada Soman kadar olmasada yüksek bir hızla buharlaşıp ortamda gaz halinde saatlerce kalarak ölümcül sonuçlara sebep olur.

Solunum yoluyla alınan Tabun, 1-10 dk arasında ölümle sonuçlanır, deri yoluyla alınan Tabun 2 saat içerisinde merkezi sinir sistemini tamamiyle etkisiz hale getirir.

Tabun, Sarin den %50 daha az zehirli olmasına rağmen, gözler üzerindeki etkisi Sarin gazından daha fazladır.


VX Maddesi

Vx maddesi sinir gazları arasında en zehirli olanıdır. V-Serisine ait olan  sarin gazından 100 kat daha zehirli olduğu söylenmektedir. Coğrafi etkisi ise aylarca sürebilmektedir. Bu nedenle kalıcı sinir maddeleri olarak da isimlendirilirler. Vx maddesinin keşfedilip üretilmesi 1950 yıllara dayanmaktadır.

Gaz olarak 10 mg, sıvı halde 30 mg Vx etkisi altında kalan bir insan 10 dk içerisinde ölümü gerçekleşir.

Oda sıcaklığında sıvı halde bulunurlar, zor buharlaşırlar, donmazlar, renksiz ve kokusuzdurlar.

Aşağıda zehir oranlarına göre kimyasal maddelerin karşılaştırıldığı grafik verilmiştir.




















PANZEHİRLER

*Vx ve sarin gazının hastanelerde antidotu yani panzehiri bulunmaktadır. Ayrıca gözleri ve deriyi suyla yıkamak gazların etkisini azaltabilmektedir.

*Hardal gazının panzehiri bulunmamaktadır

*Hidrojen Siyanür , temiz hava tahriş olmamış akciğerleri kurtarır, suyla yıkama deri ve gözlerdeki etkisini azaltır

*Fosgene maruz olmuş bölgeler gözler dışında sabunlu suyla hızlı bir şekilde yıkanmalıdır, gözler de duru suyla yıkanmalıdır. Temiz havaya çıkılmalıdır.

Tüm kimyasal maddelerin etkisinden kurtulmanın ortak yolu o an giyili olan elbiselerden kurtulmaktır. Hastalar kusturulmamalıdır.Herhangi bir sıvı içirilmemelidir.  Mümkünse maske kullanılmalıdır. Gözlerde lens varsa çıkarılıp atılmalıdır.

Sinir gazlarına özel korunma yöntemi

Sinir gazlarından korunmak için gaz maskesi, koruyucu elbise, eldiven ve bot birlikte kullanılmalıdır. Sığınak veya sığınma yerine girilmelidir. Şayet, sinir gazına maruz kalınmışsa, nefesinizi tutunuz ve örtünerek derhal kapalı bir yere giriniz. Yukarıda belirtilen fizyolojik etkiler görüldüğünde bir ATROPİN iğnesi yapınız. (Etkileri geçmediği takdirde 15'er dakika ara ile 2 nci Atropin iğnesi yapınız) Cilde bulaşmış ise pudra veya benzeri bir madde dökünüz 5-10 dakika sonra sabunlu su ile yıkayınız. Elbiselere bulaşmış ise bulaşan yeri kesip atınız veya elbiseyi çıkarınız. Göze kaçmış ise gözü su ile en az 30 saniye yıkayınız.(*)


Ve son ...

Daha çok teknik bilgilere değindiğim bu yazıda kimyasal silahlarla ilgili çok fazla tarihi yada etik konulara girmedim ama bir iki cümle ile değinmek gerekirse korunmasız insanların bu şekilde vahşice , sanki bir haşere gibi zehirli maddelerle öldürmeye çalışmak insanlık suçudur.

Şuan ki gündemde kimyasal silah kullanımına karşı çıkan büyük devletlerinin çoğunun kimyasal silahlara sahip olması da ayrı bir komedidir.

Bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmalarda şuana kadar kimyasal maddeler yüzünden yüzbinlerce insanın acı çektiğini,çoğunun öldüğünü gördüm. Yazıyada eklediğim, koyun üzerine yapılan deneyde koyunun acı çekmesine bile yüreğim dayanamazken, insanlıktan çıkmış varlıkların bu maddeleri insanlar üzerinde kullanmasına aklım ermemektedir.


Barış ve huzur içinde kalın





Kaynaklar

http://tr.wikipedia.org/wiki/Tabun
http://dosyalar.hurriyet.com.tr/abd_operasyon/kimyasal.asp
http://en.wikipedia.org/wiki/VX_(nerve_agent)



14 Eylül 2013 Cumartesi

Anı Meselesi

  Selam unutamayanlar ,

  Bu yazıyı blog için yazmamıştım ama siteyi ilk oluşturduğumda boş kalmasın diye ekledim. Acayip bilimsel bir giriş ile devam edelim .

  Anılar, sinir hücreleri olan nöronların beynin hafıza ile ilgili bölümünde birbirleriyle yaptıkları ağlardır. Anılara ait bilgi tam olarak açıklanamayan bir şekilde bu ağı oluşturan sinir hücrelerinin içerisinde kodlanmış haldedir. Yaşanılan anı kişide ne kadar kuvvetli ise bu hücrelerinin birbirleriyle yaptıkları bağlarda okadar kuvvetlidir . Ve bu kuvvetli bağlarda, anıların kolay kolay unutulmamasına neden olmaktadır .

  Genellikle anılar iyi yada kötü olsun , geçmişte yaşanmış bir olay olduğundan dolayı kişilerde hüzün yaratır. Çünkü insanoğlu ölümsüz olmadığını bilir ve sona gittikçe yaklaşıldığının somut örnekleri geçmişte yaşadığı anılardır.

  Bir insanın geçmişindeki bazı şeyleri tamamen unutabilir kanısı bana göre oldukça yanılış bir kanıdır.Anılar, daha öncede bahsettiğimiz gibi sinir hücrelerinin birbirleriyle yaptıkları ağlarda saklandığı için , bu ağları oluşturan hücrelerin diğer hücrelerle bağlantısı zamanla kullanılmadığından dolayı zayıflayabilir ama asla yok olmaz.Bu düşüncemi destekleyen bazı olaylardan bahsetmek istiyorum. Cantace Emptage adlı ingiliz bir bayan , 2010 yılında arabasıyla ambulansa çarpar ve komaya girer. 36 yaşında olan bu bayan, komadan çıktığında kendini 22 yaşında zannetmektedir. Öyleki komadan çıktıktan sonra yaşadıklarını şöyle dile getirmektedir, "Annem yaşlanmıştı, saçlarını kısa kesmiş ve çok farklı bir giyim tarzı vardı. Babama baktığımda, elinde bir cihaz vardı ve sürekli onunla ilgileniyordu. (Bunun bana iPhone olduğunu söylediler.) Yetişkin bir kız çocuğu ise, etrafımda dolaşarak bana anne diyordu. " Bilincinin yerinde olup olmadığını kontrol etmek için doktorların kendisine, "Şimdiki İngiltere başbakanı kim?" diye sorduğunda buna "John Major" cevabını verdiğini ifade eden Candace Emptage, bilinç kaybı döneminde Prenses Diana'nın da hayatta olduğunu düşündüğünü söyledi. Bir başka örnekte ise yine 32 yaşındaki ingiliz bir bayanın uyandığında kendisini 15 yaşında sanmasıdır.Aynaya baktığında çığlık atan bu bayan, 15 yaşındaki yüz halini çok iyi bilmektedir ve şuanki hali ona çok daha yaşlı geldiği için tepki vermiştir. 

  Bu örneklerden çıkarabileceğimiz sonuç , yaşanılanların unutulmadığı sadece o bölgelerle olan bağlantılarımızın zamanla zayıfladığı , fakat bazı tramvalar sonucunda bu bağlantıların çok daha kuvvetli hale gelmesinden dolayı kişilerin kendilerini o dönemde sanma ihtimallerinin olduğudur. 

  Dikkatinizi tekrardan sinir hücrelerinin birbirleriyle yaptığı bağlara çekmek istiyorum. Bazı şeylerin , geçmişteki  yaşadığımız  olayları hatırlatması , onunla bir bağ oluşturduğundandır. Mesela bir dönem sıkça dinlediğiniz bir müzik, çok sonraki zamanlarda dinlendiğinde size o dönemi hatırlatabilir. İşte bunun sebebi o müziğin beyninizde o dönemle kuvvetli bağ oluşturmasındandır , sıkça dinlemiş olmanızda bu bağı daha da kuvvetlendirmiştir. Bir insanın hafızasının iyi yada kötü olması, bu beyin hücrelerinin birbirleriyle aralarında oluşan ve sinaps denilen boşlukta bulunan  nörotransmitter maddelerinin yoğunluğuyla basitçe açıklanabilir. 

   Bir bilgiyi ne kadar çok duyumuzla deneyimlersek, okadar çok hatırlanması kolay olur . Görme, duyma ve dokunma hislerimizi aynı anda kullanarak deneyimlediğimiz bilgiler diğerlerine göre hatırlanması daha kolay bilgiler olur.Anılarımızın içinde saklanan bilgilerin bizim üzerimizde yarattığı etki içinde aynı durum geçerlidir. Bizi çok etkileyen anılarımız, çok fazla duyularımızla fazla sıklıkta deneyimlediğimiz anılardır. Deneyimlemede kullandığımız duyularımız görme,duyma , işitme gibi duyu organlarımızı kullandıklarımızla sınırlı değildir. İşin içine duygularımızda girer. Aşk,sevgi,mutluluk,nefret,öfke gibi duyguların bulunduğu ve yoğunluklarının çok olduğu anılar , unutulması zor olan anılardır. Yaşanılan anılardaki bu duyguların yoğunluğuda kişinin karakterine bağlıdır. Duygusal birisi için, aşk ve sevgi gibi duyguların yoğun olarak yaşandığı anılar daha fazla kuvvetli bağa sahip anılardır.

 Şimdi bu tür bilgilerden bahsettikten sonra , insanların hatırlamak istemedikleri , hatırlanınca kendilerini mutsuz,yorgun ve çaresiz hissettikleri ,hatta nefret ve öfkeyi artırabildiği anılarını nasıl unutabilecekleri konusuna değinmek istiyorum. Yazının başlarında anıların tamamen unutulamayacağından bahsetmiştim,bu durumda yapmamız gereken tek şey , anılarımızın bağlarını zayıflatmak olacaktır. Bunun da bir çok yöntemi vardır. Ve bazı yöntemlerde kişiden kişiye değişebileceğinden, kişinin kendini iyi tanımasından geçer. Herkes için geçerli olabilecek yöntemlerden bahsedecek olursak, bunların ilki , unutmak istediğimiz anıları hatırlatan ne varsa , onları kullanma sıklığımızı azaltmamızdır. Örneğin o dönemi hatırlatacak müzikleri dinlemememiz gerekir . Diyelim bu kadar kolay vazgeçebileceğimiz bir şey değilse bize anılarımızı hatırlatan, ona  farklı anlamlar yüklememiz gerekir , böylece farklı yerlerle olan bağlarının kuvvetini artırarak, asıl unutmak istediğimmiz anımızla olan bağını zayıflatmış olacağız. Aklıma gelen ilk örnek, tarihlerdir. Bazı tarihler vardır ki , o tarihte yaşananlarla özdeşlemiş haldedir ve bize direk o zamanlarda yaşadığımız anıları hatırlatır. Öyleyse yapmamız gereken, o tarihi başka yaşanan olaylara bağlamaya çalışmak ve daha güzel bir şekilde hatırlayabileceğiniz farklı bir etkinlikte bulunmaktır. Herkes için geçerli olan yöntemlerden ikincisi ise, dikkatimizi farklı alanlara yöneltmek olacaktır. Burda da işin içine hobilerimiz girmektedir, hobiler insanların ilgisini değişik yönlere çekerek, bir süreliğine çoğu şeylerden uzaklaştırmayı sağlamaktadır.

  Sonuç olarak verdiğimiz örneklerden de görüldüğü gibi temel hedef, unutmak istediğimiz anılarımızla olan bağlarımızı, kendi keşfettiğimiz yöntemlerimizide kullanarak zayıflatmaya çalışmaktır. Bu bilince sahip olarak hareket edersek başarıyla olan bağımız daha da kuvvetlenecektir.